@guncemenot
Çift şeritli nehrin bütün dalgaları aynı; aynı sorgulayan gözlerle bakıyorlar. Soru işaretleri cümlelerimi kemiriyor. Cevap vermeye mecbur olmadığımı biliyorlar. Kolaydır hazır iklimleri kuşanıp gitmek. Kalmayı bilmiyorlar ve onları izlediğimin farkına varmadılar.

Güvercin kanadında umut uçururlar kaçmasın diye ağaç dallarına sıkıca bağlarlar, yetinmezler kuyu diplerinde bozuk paralara emanet edip harcarlar
*******
Otobüs hastane polikliniğinin önünden geçerken Zeynep’in telefonu çaldı. Çantasına elini attı ve telefonu bulup açtı. Karşısındaki ses ona, nerede olduğunu sordu. Zeynep:
- Polikliniğin önünden geçiyoruz şimdi sen neredesin?
- Maltepe tarafındayım birazdan gelirim, sen, beni Nikâh dairesi var ya onun karşısında bekle olur mu?
- Ne kadar sürer gelmen?
- Olabildiğince çabuk gelmeye çalışırım tamam mı?
- Tamam, seni beklerim fazla gecikme.
- Olur, geliyorum ben de.

Gözleri karşısında sıralanan tabelalarda bir iki saniye konaklarken, arada bir otobüs durdukça gözlerinin konaklamaları bu zaman diliminin süresine sadık kalıyordu. Karşısında oturan kadın, okudukça kitabın sayfalarını deviriyordu. Kadının yanında oturan adam biraz telaşlıydı, elinde tenis raketleri ve gazete vardı. Zeynep'in sağ tarafında oturan küçük kızın ise yüzü solgundu, onun gibi camdan dışarı bakıyordu.

Zeynep çantasını, kitaplarını ve defterini sıkıca tutmuştu. Daldı… Bir şeyler düşünüyor muydu, yoksa sadece bir göz gezdiriş miydi? Bakışları ağaç dallarından sarktı, dükkân tabelalarının üzerinden sıyrılıp geçti, yol üstündeki durak isimlerinin harflerini çaldı. Hava bulutluydu ve zihninin gezintisine güneş eşlik etmiyordu.
Yanında oturan küçük kızı, arkasında oturan adam aniden kucakladı. Orta kapının önüne getirdi, babası olmalıydı. Çocuk iki büklüm yüzü kıpkırmızı birazda mahcup bir halde istifra ediyordu.

Başını sağına çevirip baktı Zeynep, adam şaşkın şaşkın etrafına bakıp, kızını tutmaya çalışırken otobüs sarsılarak yola devam ediyordu. Karşısında oturan kadın çantasından bir poşet çıkartı, ayakta duran yolculardan birine uzatıp çocuğun babasına vermesini söyledi, sonra eline ıslak mendil paketini alıp adamın yanıma gitti. Mendilleri uzatıp kızın yüzünü iyice silmesini söyledi. Babası kızının yüzünü, ellerini ve üzerini sildi. Zeynep ise hiçbir şey olmamış gibi onları izliyordu. Karşısında oturan adam elindeki gazeteyi yırttı, tenis raketlerini kolunun altına sıkıştıp, çocuğun kustuğu yeri sildi. Kâğıtları poşetin içine atıp yerine oturdu. Otobüsün içindeki diğer yolcular kendisi gibi olayı izliyorlardı.

Zeynep uykudan uyanmıştı sanki ineceği durağa gelmişti, oturduğu yerden kalktı orta kapının düğmesine bastı. Otobüs durunca indi. Nikâh dairesi geride kalmıştı yürümeye başladı. Bir iki damla yağmur atıştırıyordu. Siyah yağmurluğunun etekleri rüzgârda savrulup bacaklarına dolanırken, otobüsteki gibi tepkisiz ve dalgındı. Yürüdü. Sözleştikleri yere geldi. Kaç asır geçmişti aradan dönüp arkasına baktı iki yüz metre anca vardı yürüdüğü yol. Tepesine toplanıp gökyüzünü kapatan bulutlar yerleri ıslatmaya niyetliydi. Zeynep’se pek kulak asmıyordu bu duruma. Ağacın altına geçti nasıl olsa fazla ıslanmazdı. Yanında eski bir börekçi tezgâhı vardı. Camları kırık, tekerleklerinin havası inmişti. Boyasının dökülen yerleri pas tutmuştu. Niye inceliyordu ki? Altı üstü eski bir börekçi arabasıydı. Başka şeyler düşünmeliydi.

Nikâh dairesi karşısında beklemek hoşuna gitmedi. Defterin kenarına iliştirdiği kalemi eline aldı, etrafına bakındı. Arabalar önünden hızla geçiyordu. Yazmaya başladı kalem kâğıdın üzerinde geziniyor, gezindikçe bir şeyler karalıyordu. Kâğıt rengini kaybederken kalem tükeniyordu. Zeynep Nikâh dairesine sırtını dönmüş yolu unutmuştu. Ardı ardına çalan korna sesiyle irkildi geriye dönüp baktı. “Yine mi yaaa!” diye geçirdi içinden. Süklüm püklüm arabaya bindi. Yazacağı girizgâh yine yarım kalmıştı.

(nemanema)
Etiketler: | edit post